Truva Atı İHA Saldırıları: Askeri Kırılganlık, Faili İsnat Problemi ve Yeni Nesil Caydırıcılık
Yeni Stratejik Belirsizlik Çağına Hoşgeldiniz...
Karşı Kültür’den Merhabalar,
Aslında bugün Güney Kafkasya’daki Ermenistan merkezli krizi ve Türkiye’nin Kafkasya’dan Avrasya’nın kalbine uzanan kaçınılmaz hesaba katılması gereken bir güç haline gelişini kaleme almaya çalışacaktım.
Ancak şimdilik bunu erteledim ve dolaylı yoldan nedenini anlatmaya karar verdim.
Bugün askeri stratejide devrim etkisi yapan Truva Atı İHA stratejilerini tartışalım.
Böylece Rusya’nın neden Türkiye’nin askeri lojistiğini Orta Asya’ya sorunsuz bir şekilde iletmesinden korktuğunu daha iyi anlayabiliriz.
İyi okumalar…
Gizli Operasyonlar Çağında İHA'ların Stratejik Denklemi Yeniden Yazması
Günümüz askeri teknolojileri, savaşın ve uluslararası çatışmaların doğasını kökten değiştiriyor. Özellikle insansız hava araçları (İHA’lar) veya halk arasında bilinen adıyla dronelar, geleneksel askeri doktrinleri zorlayarak yeni stratejik kırılganlıklar ve belirsizlikler yaratıyor.
Burada İHA’ların “Truva Atı” stratejisiyle düşman topraklarına sızarak gerçekleştirdiği saldırılar üzerinden, uluslararası ilişkilerdeki caydırıcılık, isnat (attribution) ve stratejik istikrar kavramlarını yeniden ele almayı deneyelim.
Askeri Kırılganlık: Rusya ve İran Örneği
Ukrayna’nın “Örümcek Ağı Operasyonu” ve İsrail’in İran’a yönelik benzer saldırıları, modern savaşın en çarpıcı örneklerinden birini teşkil ediyor: düşman hava sahasına sızdırılan dronlarla gerçekleştirilen yıkıcı saldırılar.
Bu operasyonlar, Rusya ve İran gibi askeri olarak “sert hedefler” olarak kabul edilen ülkelerin bile ne kadar savunmasız olabileceğini gözler önüne serdi.
Geleneksel askeri düşünceye göre, Rusya ve İran gibi ülkeler, sıkı sınır güvenlikleri, yoğun iç istihbarat faaliyetleri ve sürekli alarmda olan hava savunma sistemleri sayesinde bu tür saldırılara karşı oldukça hazırlıklıdır.
Nitekim Ukrayna ve Rusya arasındaki savaş, Rusya’nın tüm bu önlemlerine rağmen Ukrayna’nın Rus bombardıman uçaklarının önemli bir kısmını yok etmeyi başardığını gösterdi.
Benzer şekilde, İsrail ve İran arasındaki “gri bölge” çatışması ve vekil güçler aracılığıyla süregelen gerilimler, İran’ın da sürekli bir hazırlık içinde olduğunu düşündürüyordu.
Ancak, bu örnekler bize, iç hazırlıkların tek başına yeterli olmadığını gösteriyor.
Başka bir deyişle, iç hazırlıkların hikayenin sadece yarısı olduğunu ve asıl önemli olanın misilleme riski olduğunu deneyimliyoruz.
Dolayısıyla bu tür İHA saldırılarının artık küresel bir gündem haline geldiğini ve milyarlarca dolarlık potansiyel tehlike taşıdığını inkar edemeyiz.
Caydırıcılığın Çöküşü: Siyasi Kırılganlık ve Yanıt Algısı
Askeri hedeflerin kırılganlığına ek olarak, bu tür saldırıların siyasi caydırıcılık üzerindeki etkisi çok daha karmaşık bir tablo sunuyor.
Caydırıcılık teorisinde, bir aktörün tehdit ettiği eylemi gerçekleştirmesi durumunda maruz kalacağı zararın, o eylemi gerçekleştirmemesine kıyasla daha büyük olması beklenir. Ancak Rusya ve İran özelinde durum farklıdır.
Ukrayna örneğinde, Rusya zaten Ukrayna ile savaş halindeydi ve tüm askeri gücünü kullanıyordu. Dolayısıyla Ukrayna’nın Rus topraklarına yönelik drone saldırılarının Rusya’nın askeri yanıtını dramatik bir şekilde artırma potansiyeli düşüktü. Rusya’nın drone saldırılarının sayısının “rekor kırması” gibi başlıklar, aslında Ukrayna operasyonundan öncesine dayanmaktadır ve Rusya’nın genel drone üretim kapasitesindeki artışın bir sonucudur. Bu durum, Ukrayna için saldırının dezavantaj riskini son derece düşük kılmıştır. Zira Rusya’nın misillemesi, zaten devam eden bir tırmanışın doğal bir parçası olarak algılanabilirdi.
İsrail-İran ilişkisinde de benzer bir durum söz konusuydu. İran, İsrail’e karşı vekil güçleri silahlandırıyor, uranyum zenginleştiriyor ve balistik füzeler kullanıyordu. İsrail’in drone saldırıları karşısında İran’ın bu eylemlerini daha da artırması, zaten mevcut olan bir tırmanma döngüsünün parçası olacaktı. Dolayısıyla, caydırıcılık zaten başarısız olduğundan, bu hedefler siyasi olarak “en kolay hedefler” haline gelmiştir.
Bir aktörün, yapacağı eylemin sonuçlarının zaten gerçekleşmekte olduğu bir ortamda, tehditler caydırıcı etkisini kaybeder. Bu durum, saldırgan için maliyetin düşmesine ve dolayısıyla saldırı olasılığının artmasına neden olur.
ABD İçin Yeni Bir Paradigma: Sınır Güvenliği ve Altyapı Tehditleri
Şimdi konunun Büyük Güçler için nasıl bir tehdit içerdiğine bakalım. Ve ABD örneğinden hareket edelim.
ABD gibi coğrafi olarak daha korunaklı görünen ülkeler için bile, Truva Atı drone stratejisi ciddi güvenlik açıkları ortaya çıkarabiliyor. Ukrayna’nın saldırılarının menzili göz önüne alındığında, ABD topraklarının da her noktasının potansiyel olarak savunmasız olduğu düşüncesi, hafife alınmamalıdır. Dronların hedef ülkenin içinde monte edilmesi gerekliliği, ABD’nin sınır güvenliği ve istihbarat kapasitesi hakkında soruları gündeme getirse de, bu durum tek başına yeterli bir savunma sağlamaz.
Örneğin, El Paso, Teksas ile komşu Ciudad Juarez, Meksika arasındaki yoğun sınır geçişi, dronların Meksika üzerinden kolayca ABD topraklarına sızdırılabileceği potansiyel bir yolu işaret ediyor. Ortalama bir el dronunun menzilinin 6 mil civarında olduğu düşünüldüğünde, bir saldırganın ABD hücresel ağına erişmesine bile gerek kalmadan sınıra yakın bir yerden İHA’yı fırlatıp kaçması mümkün olabilir. Sivil altyapı hedeflerine (örneğin El Paso Uluslararası Havaalanı) veya askeri tesislere (örneğin Fort Bliss) yönelik bu tür saldırılar, ABD ekonomisini ve savunma kapasitesini ciddi şekilde aksatma potansiyeli taşıyor. Dolayısıyla, ABD’nin coğrafi avantajı ve güvenlik önlemleri, bu yeni tehdit türüne karşı mutlak bir koruma sağlamıyor.
Faile İsnat Etme (Atfetme) Problemi: Belirsizliğin Stratejik Yansımaları
Belki de bu yeni çağın en kritik stratejik zorluğu, “isnat problemi” olarak karşımıza çıkıyor. Bir saldırının failini kesin olarak belirleyememek, uluslararası ilişkilerde ciddi sonuçlar doğurur.
“Kusurlu İsnat Yoluyla Caydırıcılık” (Deterrence with Imperfect Attribution) tartışmalarının ortaya koyduğu üç temel bulgu, bu karmaşık denklemi anlamak için hayati önem taşıyor:
Doğrudan Çıkarım Yapamama: Bir saldırı meydana geldiğinde, “smoking gun” (kesin kanıt) olmadığı sürece, ABD saldıran tarafı doğrudan tespit edemez. Eğer bir saldırıyı gerçekleştirebilecek tek bir aktör varsa, tespit kolaydır. Ancak birden fazla aktörün saldırı potansiyeli olduğu durumlarda, belirsizlik ortaya çıkar.
Saldırı Olasılığının Artması: Birden fazla aktörün ABD’ye saldırma potansiyeli olduğunda ve isnat belirsizliği mevcut olduğunda, her iki taraf da belli oranlarda saldırı gerçekleştirecektir. Bu durum, saldırının maliyetini tamamen üstlenmeyen saldırgan için anormal bir teşvik yaratır. Örneğin bir X militan grubun saldırı yapması durumunda, ABD yanlışlıkla İran’ı sorumlu tutabilir ve misilleme İran’a yönelebilir. Bu, militan grubun saldırı eylemini daha cazip hale getirirken, İran’ın da benzer bir motivasyonla hareket etmesine neden olabilir. Sonuç olarak, genel saldırı düzeyi, daha şeffaf koşullara göre çok daha yüksek olacaktır.
Tek Taraflı Saldırganlığın Taşma Etkisi: En endişe verici bulgu ise, potansiyel bir failin saldırganlığının artmasının, diğer aktör üzerinde bir “taşma etkisi” yaratmasıdır. ABD’nin İran’ın nükleer tesislerine yönelik son saldırısı, İran’ı öfkelendirmiş olsa da, hemen misilleme yapmak istemeyebilir. Ancak, bir X militan grubun ABD’ye saldırması durumunda, ABD’nin varsayılan olarak İran’ı sorumlu tutma olasılığı artmıştır. Bu durum, militan grubu saldırı yapmaya daha istekli hale getirecektir, çünkü bu eylemden “paçayı kurtarabilir”. Dolayısıyla, İran mevcut durumu sürdürmek istese bile, Washington’ın saldırının sorumlusunu doğru bir şekilde belirleyememesi, onu istenmeyen bir tırmanmanın içine çekebilir.
Sonuç: Yeni Bir Stratejik Belirsizlik Çağı
Ukrayna ve İsrail’in drone saldırılarıyla başlattığı bu yeni stratejik dönem, askeri ve siyasi analistler için ciddi meydan okumalar barındırıyor.
Geleneksel caydırıcılık modelleri, isnat belirsizliği ve düşük maliyetli gizli operasyonlar karşısında yetersiz kalıyor.
Devlet dışı aktörlerin ve hatta rakip devletlerin, saldırıların sorumluluğunu üstlenmeyerek veya sorumluluğu başka bir aktöre yükleyerek, çatışmayı tırmandırma potansiyeli, uluslararası istikrar için de ciddi bir tehdit oluşturabilir.
Bu durum, özellikle ABD, Rusya ve Çin gibi büyük güçler için, askeri operasyonlara girişmeden önce potansiyel misilleme maliyetlerini ve isnat probleminin doğuracağı belirsizlikleri çok daha dikkatli bir şekilde değerlendirmelerini gerektiriyor.
Zira, “Truva Atı İHA’ları” çağında, bir saldırının gerçek failini belirlemek, savaşı kazanmak kadar, hatta belki de daha önemli bir stratejik öncelik haline geliyor.
Karşı Kültür’den bu akşamlık bu kadar.
Gizli eylem teknolojileri askeri stratejileri dönüştürdükçe “askeri zafiyet”, “caydırıcılığın yeniden inşası”, “yanlış algılamalar”, “çoklu failler”, “zorlayıcı kışkırtmalar” gibi yeni kavramlarla daha fazla karşılaşabiliriz.
Belki de en çok “Kim Yaptı?” sorusunu soracağız.
Rusya’nın da arka bahçesinde karşılaşmak istemediği şey belki de budur.
Bu sefer Boğaziçi’nin huzurlu semti Emirgan’dan hayırlı geceler.
Hayati Ünlü